Türkiye turizmi uzun yıllardır kendine rakip olarak İspanya’yı görüyor. Ancak gerçek şu ki, İspanya artık beşinci vitese geçti ve bizi geride bıraktı. Hem turist sayısında hem de turizm gelirinde Türkiye’yi katlayan İspanya, buna rağmen turistlerin protestolarına maruz kalıyor. Halk “Go Home Tourist” pankartlarıyla fazla turistten bıkmış durumda. Fiyatlar yükseliyor, hizmet maliyetleri artıyor ama buna rağmen turist İspanya’dan vazgeçmiyor.
Türkiye’de ise tablo çok farklı. Geçen yılın rakamlarının gerisinde kaldık. Kişi başı gelir artışı söylense de, gerçeğe bakıldığında tablo pek de parlak değil. Çünkü otellerin döviz bazlı gelirleri, geçmişe oranla düşündüğümüz kadar artmadı.
“Nitelikli Turist” Hayaldi, “Çok Turist” Gerçek Oldu
Yıllardır hedefimiz daha az sayıda, daha çok para harcayan turist çekmekti. Fakat geldiğimiz noktada bunun tam tersi bir tabloyla karşı karşıyayız. Antalya Belek’teki lüks oteller artık yüksek harcama yapan turistlerin gelmemesinden yakınıyor.
Zengin Rus ve BDT ülkesi vatandaşlarının ilgisi azaldı. Lüks villalar alıcı bulamıyor. Premium segmentteki tesisler ise artık daha düşük fiyatlarla satış yapmaya mecbur kalıyor.
Bu tablo, “turizmde nitelik dönüşümü” söyleminin sadece sözde kaldığını, fiiliyatta ise “doldur-boşalt turizmine”yöneldiğimizi açıkça gösteriyor.
Karlılık Eriyor, Hizmet Kalitesi Düşüyor
Otelcinin gelirinin büyük bölümü döviz cinsinden olsa da, giderleri Türk Lirası ile ve yüksek enflasyonun etkisi altında. Personel maaşları, enerji, gıda ve genel işletme maliyetleri her yıl katlanarak artarken gelir aynı hızda yükselmiyor.
Bu dengesizlik, sektörü hizmet kalitesini düşürmeye zorluyor. Artık birçok tesis Daha az personelle çalışıyor, Yiyecek-içecek kalitesini düşürüyor, Enerji maliyetlerini kısmak için GES sistemlerine yöneliyor (ama yüksek kurulum maliyetleri nedeniyle çoğu yatırım yarım kalıyor)
Sonuç olarak hizmet kalitesi düşüyor, müşteri memnuniyeti azalıyor ve “ucuz tatil ülkesi” algısı pekişiyor.
Nicelikle Büyüyen Turizm, Sosyal Sorunları da Büyütüyor
Sayıya odaklı turizm anlayışının bir diğer olumsuz sonucu ise sosyal etkiler. Antalya’da yaşayan biri olarak çok net görüyorum:
Yaşam maliyetleri uçtu. Kira fiyatları, gıda ve temel ihtiyaçlar Anadolu şehirlerine göre katlandı. Yerel halk giderek daha zor şartlarda yaşamaya başladı.
Benzer bir tablo bugün İspanya ve Yunanistan gibi turizm ülkelerinde yaşanıyor. Halk, turizm gelirlerinden yeterince pay alamadığı için turistleri suçlamaya başladı. Eğer biz de bu gidişe dur demezsek, yarın Türkiye’nin turizm kentlerinde de benzer protestoları görmek kaçınılmaz olur.
Çözüm daha az turistle daha çok gelir
Turizmin geleceğini kurtarmak istiyorsak, artık bu yanlıştan dönmek zorundayız.
Çözüm belli: Nicelik yerine niteliğe odaklanmak.
Daha az sayıda, daha yüksek gelirli turisti hedeflemeliyiz.
Hizmet kalitesini artırmalı, marka değerimizi güçlendirmeliyiz.
Turizm gelirinin yerel halka ve ekonomiye daha adil şekilde dağılmasını sağlamalıyız.
Aksi halde, “çok turist gelsin, az harcasın ama toplam gelir yüksek olsun” mantığıyla kısa vadeli kazançlar uğruna uzun vadeli geleceğimizi riske atarız.
Umuyorum ki yanılıyorum
Belki yanılıyorumdur… Belki de sektör bu kısır döngüden çıkacak, nitelikli turiste ulaşmak için stratejisini değiştirecek.
Ama tabloya baktığımda endişelenmemek elde değil. Türkiye turizmi eğer bu gidişi durduramazsa, gelecekte “doldur-boşalt turizmi” ile anılan, düşük gelirli ama kalabalık bir destinasyon olmaktan kurtulamayacak.
Ve o zaman da artık çok geç olabilir…