Bu yaz Antalya’nın bunaltıcı sıcağından kaçıp Karadeniz’e doğru bir yolculuğa çıktım. Eşimle birlikte Amasya’dan başlayıp Samsun, Giresun, Trabzon ve Rize’ye uzanan bir rota izledim. Her durağımda doğanın ve insanın ayrı bir yüzüyle karşılaştım. Gördüm ki Karadeniz hâlâ saklı bir cennet; ama bu cennet artık sessiz değil. Turizmle birlikte hem değişiyor hem dönüşüyor. Üstelik bu değişim her zaman olumlu yönde değil.
Karadeniz’in serinliği, yeşili, sisli dağları, çağlayan dereleri bana derin bir nefes gibi geldi. Aklıma 45 yıl önce Samsun’da karşılaştığım bir İngiliz turistin sözleri geldi: “Siz Türkler çok akıllısınız. Turistleri Antalya, Ege ve İstanbul’a yönlendiriyorsunuz ama dünyanın en güzel yerlerinden biri olan Karadeniz’i kendinize saklıyorsunuz.” Belki o zaman bu sözleri tam anlayamamıştım, ama bugün Karadeniz’e baktığımda ne demek istediğini çok daha iyi anlıyorum.
Gerçekten de Karadeniz, artık turistlerin keşfettiği bir bölge. Ancak bu keşif sadece dışarıdan gelenlerin değil, içeriden gelen dönüşümün de habercisi olmuş. Geçmişte Karadeniz’in hangi köyüne, yaylasına giderseniz gidin, önce bir “misafir” gibi karşılanır, gönülden ağırlanırdınız. Bugün ise bazı yerlerde turist, sadece “para” olarak görülüyor. Ne yazık ki bu yaklaşım, bölgenin kadim misafirperverliğini gölgeliyor.
Ama umut verici örnekler de yok değil. Uzungöl’ün tepesinde yer alan Şömine Cafe’nin sahibi Bilal Yiğit gibi isimler, hâlâ bu geleneği yaşatıyor. Muhteşem manzarası ve içten karşılamasıyla bana Karadeniz’in gerçek yüzünü yeniden hatırlattı.
Karadeniz’in yıldızı özellikle Arap turistler arasında parlamış durumda. Trabzon’a yaz aylarında günde 35’e yakın dış hat uçuşu gerçekleşiyor. Uzungöl, Ayder ve Sümela gibi bölgeler, Arap turistlerin gözdesi. Günübirlik olarak Ordu-Giresun, Batum gibi noktalara da uzanıyorlar. Bölge esnafı bu ilgiden memnun, ancak bu durumun gölgesinde kalanlar da var.
Özellikle yerli ve Avrupalı turistler, bu yoğunluktan ve kültürel farklardan dolayı huzursuz. Fiyatlar artmış, hizmet dengesi değişmiş. Arap turistlerin rahat tavırları zaman zaman yerel halkla ve diğer turistlerle çelişiyor. Fotoğraf çekerken önünüze geçilmesi ya da restoranlarda masa bulamama gibi küçük ama birikince rahatsız edici olan durumlar yaşanıyor.
Yine de Karadeniz, doğanın en görkemli yüzlerinden birini sunuyor. Ancak bu yüzü koruyamazsak, elimizde kalan sadece anılar ve pişmanlık olabilir. Bugün bölge, Antalya ve Ege’nin ardından Türkiye’nin en çok turist çeken üçüncü bölgesi olma yolunda ilerliyor. Ama bu ilerleyişin beraberinde getirdiği “betonlaşma” tehdidi göz ardı edilmemeli.
Sahil kesiminde Ordu’dan Artvin’e kadar uzanan yapılaşma, doğayı adeta yutmuş durumda. Özellikle Sümela, Uzungöl ve Ayder gibi noktalar, doğal güzellikten çok yapı karmaşasına dönüşme riskiyle karşı karşıya. Kültür ve Turizm Bakanlığı, bu bölgelerin koruma altına alınması için çok daha sert tedbirler almalı. Turizm, doğaya rağmen değil; doğayla birlikte yapılmalı.
Karadeniz hâlâ muhteşem. Ama bu güzelliği geleceğe taşıyabilmek için hem biz gezginlere hem de bölge yönetimlerine büyük sorumluluk düşüyor. Turizmin getirdiği kazancı doğallıkla ve kültürel özgünlükle dengeleyemezsek, bu eşsiz coğrafya, bir başka kayıp cennet olabilir.