Evet, bu ülkenin sorunları var. Ama ben bugün neden burada kalmayı seçtiğimi anlatmak istiyorum: Çünkü Türkiye, güzelliğiyle, vicdanıyla ve sıcaklığıyla hâlâ dünyadaki en özel ülkelerden biri.
Türkiye’de gündem çoğu zaman ağır: pahalılık, tartışmalar, adaletsizlik… Hepsi gerçek. Ama bütün bunları konuşurken yaşadığımız coğrafyanın eşsizliğini, insanın yürekli oluşunu, gündelik hayatın küçük mutluluklarını unutuyoruz. Ben hatırlatmak istiyorum: Bu ülke sadece sorunlardan ibaret değil—olamaz da.
Ben Hollanda’da doğdum, eğitimimi orada aldım. Düzenli, güvenli, sistemli bir ülke; doğru. Ama “her şey güllük gülistanlık” değil. Kağıt üzerinde kusursuz görünen şeyler, hayatın içinde her zaman aynı rahatlıkla akmıyor. 1989’da staj için Alanya’ya geldiğimde güneşin, denizin ve insanların sıcaklığının beni nasıl etkilediğini hâlâ unutamam. “Burada yaşamalıyım,” dedim. 1992’de okul bitti; kesin dönüş yaptım. Evlendim, iki oğlum oldu, Antalya’da hayatımı kurdum. Bugün geriye dönüp baktığımda içtenlikle “iyi ki” diyorum.
Turizmciliğin bana öğrettiği bir şey varsa, o da şu: İyi bir tatil yalnızca oda konforu değildir; karşılanma anındaki samimiyettir, bir garsonun göz temasıdır, resepsiyondaki gülümsemedir, mutfaktaki yerel ürünün tazeliğidir. Misafirperverlik bu topraklarda öğrenilmez, yaşanır. Çünkü burada “müşteri” değil, “misafir” ağırlanır. İşte beni Türkiye’de tutan şey, bu ruhun günlük hayata da sızıyor oluşu: komşunun kapına sıcak yemek bırakması, bayram sabahlarının ortak coşkusunu paylaşmamız, bir sahil yürüyüşünde aynı gökyüzüne birlikte bakabilmemiz…
Elbette zor yanlarımız var. Ekonomik dalgalanmalar, kuraklık korkusu, eğitim tartışmaları, güçlü bir planlamaya duyulan ihtiyaç… Bunları yok saymıyorum; hatta işimin parçası olarak her gün konuşuyor, çözüm arıyorum. Sürdürülebilir turizm, yerel ekonomiyle daha adil bir paylaşım, suyun akıllı kullanımı, mevsimselliği dengeleyen ürün çeşitliliği gibi başlıklar benim için bir “trend” değil, sorumluluk. Çünkü sevdiğin yere sorumluluk duymadan bağlanamazsın.
“İmkanın varken niye burada kalıyorsun?” diyenler oluyor. Çünkü onların görmediği bir şey görüyorum: Burası sadece bir ülke değil; anılarım, gençliğim, dostluklarım, emeğim… Aidiyet hissim burada. Mutluluğu sadece maddi göstergelerle ölçemeyiz; insan bazen mantığın değil, kalbin çağrısına uyar. Benim kalbim, Akdeniz’in tuzlu rüzgârında, portakal çiçeğinin kokusunda, güneşin sabah denize düşen ilk çizgisinde kalmış.
Turizmin dili umuttur. Bir kışın ardından yeniden açılan sezon gibi, biz de her yeni günde yeniden deneriz. Daha iyi bir hizmet, daha doğru bir plan, daha temiz bir çevre, daha adil bir paylaşım… Bu yüzden kalıyorum. Çünkü biliyorum ki bu ülkenin güzelliğini, iyiliğini ve umudunu yaşatmanın yolu; tam da burada, birbirimize omuz vererek çalışmaktan geçiyor.
Kısacası: Evet, eksiklerimiz var. Ama ben ‘hesaplı bir konfor’ yerine ‘paylaşılmış bir hayatın sıcaklığını’ seçiyorum. Ve o sıcaklığı, bu topraklarda buluyorum.
Sevgiler,
Hediye Çete