Türkiye son yılların en kurak dönemini yaşıyor. Barajlarda su seviyesi kritik seviyelere indi; bazı bölgelerde musluklardan su akmaz hale geldi. Bu tablo yalnızca günlük hayatımızı değil, ülkemizin en önemli gelir kaynaklarından biri olan turizmi de tehdit ediyor.
Antalya, Türkiye turizminin kalbi. Bu yıl için belirlenen 18 milyon turist hedefi ekonomik koşullar, küresel belirsizlikler ve artan maliyetler nedeniyle 17 milyona çekildi. Yabancı turist sayısında geçen yıla göre küçük bir düşüş var. Buna karşılık oteller, yükselen giderler ve düşen doluluk oranları arasında sıkışmış durumda. Yani Antalya turizmi zaten zorlu bir sınavdan geçiyor!Ama bütün bu gündemlerin ötesinde çok daha sessiz ve derin bir tehdit var: su krizi;Turizm sektörü “güneş ve deniz” algısı üzerine kurulu. Ama güneş fazlasıyla var, deniz ise kendi içinde zaten çevre baskısı altında. Asıl tehlike, otellerin ve turistik bölgelerin en temel ihtiyacı olan “su”nun giderek azalması. Büyük otellerde havuzların doldurulması, peyzajın sulanması, günlük binlerce misafirin duş, çamaşır ve temizlik ihtiyacı… Bunların hepsi suya bağımlı. Bugün Tekirdağ’da boşalan baraj aslında yarın Antalya’daki, Muğla’daki turizmcinin aynada göreceği bir işaret.
Peki ne olacak? Önlem alınmazsa otellerin operasyon maliyetleri artacak, bazı bölgelerde su kısıtlamaları turistin konforunu etkileyecek. Dahası, “sürdürülebilir turizm” kavramını her fırsatta dile getiren Türkiye, bu tablo karşısında güven kaybedebilir. Çünkü Avrupa’dan gelen bir turist için artık sadece deniz değil, çevresel duyarlılık da önemli bir tercih sebebi.
Sorun sadece turizm işletmeleriyle sınırlı değil. Su sıkıntısı yaşanan bölgelerde yerel halk da aynı kaynağa bağımlı. Eğer bir turistin havuzda keyifle yüzmesi, mahallelinin musluktan akan suyu bulamaması pahasına gerçekleşirse, bu durum sosyal huzursuzluğa da yol açabilir. Dolayısıyla su krizini yönetmek, aynı zamanda turizm ile yerel halk arasında sağlıklı bir denge kurmak anlamına geliyor.
Ekonomik açıdan bakıldığında, su krizinin zincirleme etkileri var. Bir otelin su maliyeti arttığında, bu maliyet oda fiyatına yansır. Fiyatlar yükselince rekabet gücü düşer, bazı turistler alternatif destinasyonlara kayar. Akdeniz çanağında zaten güçlü rakipler varken, Türkiye’nin böyle bir kaybı göze alması mümkün değil.
Antalya’nın bugün konuştuğu hedefler, doluluk oranları ve maliyetler elbette önemli. Fakat asıl gündem, yakın gelecekte su yönetimi olmak zorunda. Suyu verimli kullanan, geri dönüşüm sistemlerini hayata geçiren, sürdürülebilir peyzaj ve altyapı çözümlerine yatırım yapan oteller ayakta kalacak. Antalya turizmi için gerçek tehdit, rakamların iniş çıkışı değil; suyun tükenme ihtimali.Belki de bu kriz, turizmi yeniden düşünmemiz için bir fırsat. Su tasarrufunu günlük hayata entegre eden, gri su sistemleri kullanan, peyzajda yerel bitkilere yönelen oteller geleceğin kazananı olacak. Yerel yönetimlerin de bu konuda ciddi düzenlemeler yapması kaçınılmaz. Çünkü suyun olmadığı yerde turizm olmaz; suyu koruyabilen ise yarının turizminde ayakta kalır.