Turizm sektörü, doğası gereği belirsizliklerle iç içe bir alan. Siyasi krizlerden doğal afetlere, salgınlardan hukuki düzenlemelere kadar pek çok dış etken, bu sektörü diğer birçok sektöre kıyasla daha hızlı ve daha derinden etkileyebiliyor. İşte tam da bu nedenle turizmde en sık karşılaşılan hukuki kavramların başında mücbir sebep (force majeure) geliyor.
Mücbir sebep; ifa imkânsızlığı, beklenmeyen hâl ve aşırı ifa güçlüğü gibi kavramlarla anılan çok sayıda durum, farklı yoğunlukta ve farklı hukuki sonuçlar doğurmakla birlikte turizm sektörünün maalesef sıkça maruz kaldığı olağanüstü durumların hukuki karşılığı.
“Aman kötüyü çağırmayalım” dediğinizi duyar gibiyim. Ancak mesele kötüyü çağırmak değil; öngörülmesi mümkün olmayan bu tür olayların özellikle sözleşmelerde doğru bir hukuki zeminde düzenlenmesi ve böyle bir durumunda nelerin yapılacağının önceden öngörülmesi, yani “kıyıdayken” müzakere ve hazırlık yapılmasıdır.
Mücbir Sebep Nedir?
Türk Dil Kurumu’na göre mücbir sebep; kişinin iradesi dışında meydana gelen, önüne geçilmesi mümkün olmayan ve borcun ifasını engelleyen beklenmedik olaydır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, mücbir sebebi şu şekilde tanımlamaktadır:
“Sorumlu veya borçlunun faaliyet ve işletmesi dışında meydana gelen, genel bir davranış normunun veya borcun ihlâline mutlak ve kaçınılmaz bir şekilde yol açan, öngörülmesi ve karşı konulması mümkün olmayan olağanüstü bir olaydır.
Bir olayın mücbir sebep sayılabilmesi için üç temel unsur aranır: Haricilik, öngörülemezlik ve kaçınılmazlık.Sözleşmelerde mücbir sebep; başlangıçta mevcut olmayan, sözleşmenin kurulmasından sonra tarafların kontrolü dışında ortaya çıkan ve maruz kalan tarafın sözleşme ile üstlendiği edimi ifa etmesini engelleyen, belirli bir süre devam etmesi hâlinde taraflara sözleşmeyi feshetme, askıya alma veya tadil etme hakkı tanıyabilen bir durum olarak nitelendirilmektedir.
Sözleşme Riski ve Turizm Gerçeği
Turizm sektöründe imzalanan kontenjan, kira, taşıma, tur, paket tur ve benzeri çok sayıdaki sözleşmede mücbir sebep hükümleri genellikle maktu birer madde olarak yer almakta; hatta çoğu zaman hukukçular tarafından dahi içeriği standart kabul edilerek üzerinde yeterince durulmamaktadır.
Modern dünyada fiilen karşılaşılması artık neredeyse imkânsız bazı olaylar sözleşmelerde mücbir sebep olarak sıralanırken; salgınlar, sınır kapanmaları, uçuş yasakları, ani vize uygulamaları gibi turizmin kalbini doğrudan etkileyen riskler sözleşme metinlerinde yer almaz. Daha da önemlisi; mücbir sebep gerçekleştiğinde sözleşmenin nasıl tasfiye edileceği, ödemelerin ne olacağı, tarafların hangi yükümlülükleri sürdüreceği ya da sonlandıracağı çoğu zaman belirsiz bırakılmaktadır.
Sonuç? Uzun yıllar süren hukuki uyuşmazlıklar. Konuya, sektöre ve taraflar arasındaki ilişkinin özelliklerine vakıf olmayan hâkimler, hakemler ve hatta alanında uzmanlığı bulunmayan bilirkişilerin uyuşmazlığı çözme çabası. Yargıtay’ın yıllar boyunca birçok olayda mücbir sebep iddialarını kabul etmemesinin altında yatan temel neden de tam olarak budur.
Ahde Vefa ve Sözleşme Müzakerelerinin Önemi
Sözleşmeler hukukunda ahde vefa ilkesi ve taraf iradesine öncelik tanınması esastır. Bu çerçevede, bir sözleşmede hangi hâllerin mücbir sebep sayılacağının açık ve sınırsız biçimde belirlenmesi mümkündür. Bu düzenleme yapılırken; sözleşmenin konusu, sektörün özellikleri, tarafların fiili durumu ve diğer koşullar dikkate alınmalı; öngörülmesi mümkün olmayan ancak gerçekleşmesi hâlinde tarafların bilebileceği riskler sayılı şekilde sözleşmeye dâhil edilmelidir. Ayrıca aşırı ifa güçlüğü hâllerinde sözleşme veya yükümlülüğün ifası mümkün olmakla birlikte bir taraf açısından dürüstlük kuralını zedeleyen ciddi bir dengesizlik doğurduğu durumlarda sözleşmenin nasıl sürdürüleceği, uyarlanacağı veya nasıl tasfiye edileceği de açıkça düzenlenmelidir.
- yine de yargıya intikal etmesi hâlinde hâkimin veya hakemin ilk inceleyeceği husus, tarafların sözleşmede bu konulara ilişkin hüküm öngörüp öngörmedikleridir. Şayet sözleşmede nelerin mücbir sebep olarak kabul edileceğine dair sektör ve sözleşmenin konusuna uygun hükümlerin bulunması ile böyle bir durumun ortaya çıkması halinde tarafların hak ve yükümlülükleri veya sözleşmenin tasfiye, uyarlama veya askıya alma gibi prosedürlerin düzenlenmesi halinde hâkim veya hakem bu hükümlere öncelik tanıyacaktır. Bu sayede sektördeki ticari ilişki dengesi, sözleşmenin konusu ve sektörün gerçekleriyle uyumlu biçimde korunmuş olur.
Turizm sektöründe kriz anları, doğası gereği hızlı ve yıkıcıdır; bu anlarda sözleşmeyi yeniden müzakere etmek çoğu zaman mümkün olmaz. İşte bu nedenle, hukuki öngörü ve ticari sağduyu, yolculuk başlamadan önce devreye girmelidir.
Bu somut gerçekler karşısında sektör paydaşlarının sözleşmelerin imzalanması veya mevcut sözleşmelerin yenilenmesi aşamalarında, artık alışkanlık hâline gelmiş maktu mücbir sebep maddelerinin yerine sözleşme ve içeriğine uygun hükümler kullanmaları hayati önem arz etmektedir.
Sözleşmelerin imzalandığı tarihte dünya genelinde, ülkede veya sektörde mevcut gelişmeler ile ekonomik veriler çerçevesinde uzak bir ihtimal gibi görünmekle birlikte, sözleşmenin ifasını engel teşkil edebilecek her türlü olay veya durumun taraf iradelerine uygun şekilde sözleşmelerde mücbir sebep olarak düzenlenmesi büyük önem taşımaktadır. Yine çok daha önemli bir husus olarak, böyle bir olayın gerçekleşmesi durumunda sözleşmenin akıbetinin ne olacağı, tarafların hangi hak ve yükümlülükleri üstleneceği, edimlerin nasıl ele alınacağı ve karşılıklı menfaat dengesinin nasıl korunacağı hususlarının, sözleşme imzalanırken her iki tarafın hukuki ve ticari çıkarları gözetilerek müzakere edilmesi ve buna uygun şekilde düzenlenmesi, olası uyuşmazlıkların ve zararların önlenmesinde belirleyici rol oynayacaktır.
Nitekim yazının başlığında yer alan Rus atasözünün de dediği gibi : Kıyıda konuşulmayan, denizde düzelmez.