Değerli okurlar,
Turizm Hukuku Köşesi’nden merhaba.
Turizm, dışarıdan bir “deneyim sektörü” gibi görünse de, arka planda sözleşmelerden ruhsatlara, veri korumadan iş güvenliğine kadar uzanan karmaşık bir hukuk düzeniyle işler. Bu dinamik yapı, zamanla kendine özgü ilişkiler ve kurallar üreterek turizm hukukunu ayrı bir alan haline getirmiştir. Ne var ki bu alan, akademik yönden dahi çoğu zaman yalnızca idari mevzuat yönüyle ele alınmakta; sektördeki gerçek ihtiyaç ve güncel hukuki sorunlar, sektör paydaşları ve hukuk uygulayıcılarının deneyimine ve birikimine bırakılmaktadır.
Bu köşede, hukuku teknik dilin ötesine taşıyarak; turizmde olduğu gibi hayatın içinden ele almaya çalışacağız. Amacımız, turizm hukukunu raflardan indirip, sektörün tüm paydaşları için uyum kültürü ve güvenli büyümenin bir parçası haline getirmektir. Bu yolculuğa turizm ilişkilerinde yapı taşı olan sözleşmelerle başlamak uygun olacaktır.
hukuki ilişkiler, hukukun birçok alanıyla bağlantılı olmakla birlikte, esasen kendine özgü sözleşme türleriyle yürütülmektedir. Tüketiciler açısından ayrıntılı şekilde düzenlenen paket tur sözleşmeleri bir yana, yurtdışı tur operatörleriyle DMC şirketleri arasında imzalanan sözleşmeler, otel ile acenteler arasında imzalanan kontenjan tahsis veya organizasyon sözleşmeleri, taşıma, tur ve mağaza sözleşmeleri gibi birçok sözleşme kanunda tanımı ve düzenlemesi bulunmayan kendine özgü yapıya sahiptir.
içeriği ve boyutu sözleşmenin konusunda ve ticari ilişkinin kapsamına bağlıdır. Bu konuda maalesef uygulamada iki yerleşik önyargı mevcuttur. İlki sözleşme oluşturmanın ve müzakere etmenin sadece avukatların veya hukukçuların işi olduğudur. Diğer ise sözleşmelerin kapsam ve içerik olarak kısa olması gerektiğidir. Sözleşmelerin ticari ve uygulama boyutu irdelenmeden avukat veya hukuk departmanlarına onay için sunulması ilkinin, sözleşme içeriklerinin sürekli kısaltılması ise diğerinin sonucudur.
Peki bu önyargıların haklılık payı var mıdır ve sözleşmelerin gerçek değerini nasıl etkiler? Kısa ya da öz sözleşmeler gerçekten faydalı mıdır?
Bu konuda bazı eleştirilerin kabulü gerekir. Zira çoğu zaman, yalnızca daha “ağdalı” görünmesi için anlaşılması güç ifadelerle yazılmış, kanun maddelerinin tekrarından ibaret ya da uygulama kabiliyeti olmayan hükümlerle dolu sözleşmeler anlaşılması veya uygulanması bir yana yalnızca birer kâğıt israfından ibarettir. Bazı metinler ise ciddi hak kayıplarına yol açabilecek niteliktedir. Ancak bu çok sınırlı örnekler için geçerlidir.
Hukukunda geçerli temel ilke gereğince sözleşme tarafların kanunudur. Belirttiğimiz sözleşmelerin uygulanmasında ve çıkabilecek ihtilaflarda, her şeyden önce sözleşme hükümleri ve taraf iradeleri esas alınır. Türk Borçlar Kanunu ve Türk Ticaret Kanunu gibi temel kanunlarda yer alan emredici hükümlerin aksinin kararlaştırılması mümkün değil ise de bu hükümleri kamu düzenini ilgilendiren sınırlı sayıda hükümlerdir.
Sözleşmelerin kurulacak ticari ilişkiye ve tarafların gerçek iradesine uygun olarak düzenlenmesi büyük önem taşımaktadır. Ancak yukarıda değindiğimiz önyargıların etkisiyle, kimi zaman gerçekte bir kira sözleşmesi olan bir metin, yanlış başlık veya içerik nedeniyle uzun yıllar boyunca yalnızca "sözleşmenin niteliği" tartışılarak mahkemelerde sürüncemede kalabilmekte; mücbir sebep halleri veya uyarlama hükümleri hiç veya ticari ilişki ve sektöre uygun olarak düzenlenememesi sebebi sözleşme taraflarından birinin ticari, mahvına neden olabilmektedir.
İhtilafların yargıya intikal etmesinin de konuya çözüm olmadığı bilinen bir gerçektir. Turizm sektörünün dinamik yapısına hakim olmayan hakim ve bilirkişiler genel hukuk mantığı çerçevesinde çözüm üretmekte, sektör uygulaması ve tarafların menfaatine tamamen aykırı bu kararlar bu defa yargı eli ile kesinleşen uygulamalara dönüşebilmektedir. Benzer şekilde, sözleşme metinlerinde bilinçsizce kullanılan bazı ifadeler, vergi hukuku açısından da sorunlara ve hatalı vergilendirmelere yol açmaktadır.
Sanılanın aksine, sözleşmelerin oluşturulması ve müzakere edilmesi yalnızca avukatların ya da hukuk departmanlarının tekelinde olan bir konu değildir. Ticari ilişkiyi kuran ve yürüten tüm paydaşlar, sözleşmelerin oluşturulmasında aktif ve yapıcı rol almalıdır. Bu konuda önyargıların yıkılması, daha sağlıklı müzakerelerin de önünü açacaktır. Zira hiç kimse mahkemeye gitmek için sözleşme imzalamaz. Adil olmayan bir sözleşme zaten ihlale mahkûmdur. Bu nedenle müzakere demek, makul kabullerin makul itirazlarla buluşması demektir.
Çözüm açıktır:
Sözleşmeler, sadece yasal yükümlülükleri değil, aynı zamanda karşılıklı güveni ve ticari devamlılığı da inşa eden birer köprü niteliğindedir. Bu köprünün sağlamlığı ise önyargılardan uzak, bilinçli ve adil bir anlayışla kurulacak sözleşmelerle mümkündür.
Sözleşmeler, bir "kanun gücünde belge" olduğu anlayışıyla ele alınmalı; muhatapları ve uygulayıcıları tarafından, işin mutfağında şekillenen hukuki ilişkiler ve kavramlar, taraf iradelerine ve ticari hayatın ruhuna uygun biçimde kaleme alınmalıdır. Ayrıca, ihtilafları en aza indirecek şekilde düzenlenmiş, sektöre özgü yeknesak sözleşme metinleri oluşturulmalı ve sektör paydaşlarının ortak çalışmalarıyla bu metinlerin kullanımı yaygınlaştırılmalıdır.