Bölüm 1.
Açık büfedeki gizli maliyet:
Türkiye, eşsiz coğrafyası, tarihi zenginlikleri ve dünya çapında kabul görmüş hizmet kalitesiyle global turizmin devlerindendir. Ancak her yaz sezonu öncesinde gündeme gelen ve yerli misafirimizi rahatsız eden kronik bir problem: İç pazara uygulanan fiyatların, Avrupalı turistlere sunulan fiyatlardan belirgin şekilde daha yüksek olması.
Pek çok kişi bu durumu "otelcinin kendi vatandaşına haksızlığı" olarak görse de sektörün içinden gelen sesler, bu fiyat farkının ardında gözle görülür bir maliyet artışının yattığını söylüyor. Bu maliyet artışının temel dinamiği ise sizin de çok doğru tespit ettiğiniz üzere: Açık Büfe İsrafı.
Otelciler, yabancı pazarlara genellikle büyük tur operatörleriyle (T.O.) yapılan erken ve hacimli kontratlar sayesinde düşük fiyat verebilirler. Fakat iç pazara yüksek fiyat vermelerinin altında yatan en kritik ve maalesef duygusal hassasiyeti olan neden, iç pazardan gelen misafirlerin yemek alışkanlıkları ve buna bağlı oluşan yüksek israf oranıdır.
Açık büfeler, bir şölen havasında cömertçe her çeşidi sunarken, ne yazık ki misafirlerimiz yiyebileceğinden çok daha fazlasını tabağına alıyor ve masada kalan o ürünlerin çöpe gitmesi, otelin gıda (Food & Beverage) maliyetlerini Avrupalı turist ortalamasına göre artırıyor. Bir otelci, yabancı turistin standart tüketim profilini fiyatına yansıtırken, yerli misafir için bu “israf primini” fiyata eklemek zorunda kalıyor.
Bu durum, sadece otel kârı ile ilgili olmayıp aynı zamanda ulusal bir sorumluluk taşıyor. Dinimizin de emrettiği gibi, israftan kaçınmak bir inanç ve vicdan meselesidir: Kur'an-ı Kerim, A’râf Suresi 31. Ayetinde der ki: “Yiyin, için fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.”
Peki bu döngüyü nasıl kırabiliriz? Maliyetler düşmeden otelciden adil fiyat talep etmek mümkün mü? Cevap, Ulusal Bilinçlendirme Kampanyası’ndan geçmektedir.
1985’li yıllarda KDV’nin tanıtımı için kullanılan ve hâlâ hafızalarda yer eden o meşhur “Bir alışveriş, bir fiş” kamu spotu kampanyası ne kadar etkili olduysa, bugün de gıda israfını önlemeye yönelik benzer bir kamu spotu kampanyasına ihtiyacımız var.
Bu kampanyanın başarıya ulaşması için, Kültür ve Turizm Bakanlığının koordinasyonunda yalnızca merkezi yayınlar değil, aynı zamanda yerel toplum kuruluşları, turizm dernekleri (TÜRSAB, TÜROFED vb.) ve otel birlikleriyle güçlü bir iş birliği modeli oluşturulmalıdır. Ulusal yayın organlarında, otel birliklerinin ve Kültür ve Turizm Bakanlığının iş birliğiyle hazırlanan “Ne Kadar Alırsan, O Kadar Tüket” ya da “Tabağına Saygı Duy” temalı spotlar hazırlanmalıdır. Bu spotlar, açık büfe kültürünü değiştirmeyi; yiyecekleri denemek için küçük porsiyonlar alıp, bittiğinde tekrar almayı bir görgü kuralı ve ulusal erdem olarak yerleştirmelidir.
Eğer bu bilinçlenme sağlanır ve israf ciddi oranda azalırsa, otelciler maliyet hesaplamalarını yeniden gözden geçirecektir. Gıda maliyetlerindeki düşüş, fiyat etiketlerine doğrudan yansıyarak, iç pazar fiyatlarının yabancı pazar fiyatlarına yakınlaşmasını sağlayabilir.
Böyle bir denge, sadece yerli misafirin tatilini ucuzlatmakla kalmaz; aynı zamanda turizm sektörümüzün geleceği için hayati bir sigorta görevi de görür:
İç pazar, sıkıntılı sezonlarda, dış pazardaki krizlere karşı otellerimizin, yerli turistin makul fiyatlarla tatil yapması sayesinde belirli bir doluluk oranını koruyabilir.
Ve iç pazarın alım gücüne uygun fiyatlarla desteklenmesi, küresel krizlerde (pandemi, ekonomik dalgalanma, savaş vb.) otelcilik ve turizm sektörümüzü rahatlatacak bir tampon doluluk oluşturur.
Sonuç olarak, otellerimizin kapılarını kendi vatandaşımıza daha adil fiyatlarla açması bir lütuf değil; tüketim kültürümüzü yeniden gözden geçirmemizle mümkün olacak stratejik bir hamledir.
Tabağımızdaki israf azaldıkça, fiyatlardaki makas da kapanacaktır.
Bu, sadece otelcinin değil, her bir Türk vatandaşının üzerine düşen milli bir görevdir.